Hepimizin Yaşadığı Öyküler - Gültekin Emre
Behçet Çelik, Herkes Kadar ve Düğün Birahanesi’ndeki öyküleriyle öykücülüğünü kalıcı kılmayı başarıyor. 0, bize sokağı, evleri, insanların iç dünyalarını, düşlerini, geçmişlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini, sevdalarını, duş kırıklıklarını... samimi, yalın, pırıl pırıl bir Türkçeyle anlatıyor.
Öykülerin hayatla bire bir ilişkisi olduğunu düşünmüşümdür hep. Kurmaca da olsa hayata ustaca sokulmasını biliyorsa yazar, öyküsünü sokaklarda, meydanlarda, işyerlerinde, yollarda, sevdalarda, aile içi ilişkilerde, geçmişte. günlük yaşamın boğucu çarkında... sınamalı gibi geliyor bana. Kitaplarda yer alan öykülerle kendimizi özdeşleştirdiğimizde beğeniriz yazılanları. Biraz da bizizdir öykü kahramanları ya da öyle olmayı isteriz çoğu kez. Öykülerde kahramanların başına gelenler, onların yaşamına damgasını vuran olaylar biraz da bizim yaşadıklarımızdır ne de olsa. Bizi kendimize anımsatan, bizi başkalarına tanıtan, duyuran öyküler değil midir? Bunları Behçet Çelik'in yeni öykü kitabı Düğün Birahanesi'ni okurken düşündüm.
Behçet Çelik’in daha önce İki Deli Derviş (1992), Yazyalnızı (1996), Herkes Kadar’la (2002) çıkmıştı okurun önüne. Okur önünde başarılı bir sınav verdikten sonra Düğün Birahanesi’nde (2004) topladığı 17 öyküyle yine okur karşısına çıktı geçen günlerde. Sondan bir önceki kitabı Herkes Kadar, ilk elde yalın ve süssüz anlatımıyla dikkat çekmişti: Yaşanan günlük sıkıntıları, çıkmazları, bunalımlarını, ev içlerini, aile içi çelişkileri, hayatın içinde büyüyen boşlukları, sevdaları... ustaca öyküleştiriyordu Behçet Çelik. Onun öykülerinde kardeşler birbirine fazla açılamaz, birbirlerinin açığını kapatmayı yeğlerler. Evliler giderek birbirlerinden soğur, uzaklaşırlar. Karı koca arasındaki ilişkileri zedeleyen kaçamaklar günün birinde su yüzüne çıkar. Eski arkadaşlar, dostluklar giderek değişir; yabancılaşırlar birbirlerine. Hayattan herkes kendine göre pay alır. Eski dostlar, arkadaşlar bir yerlere savrulup giderler. Günün birinde bir araya geldiklerinde de eski coşkularının yerini hayatın sıkıntıları, sorunları alır. Dost bir karıkocanın akşam yemeğine sinen sıkıntıyı, geçmişin unutulmaz anılarını düşünmek bile gideremez. Karıkoca arasındaki soğukluğa şarkılar bile çare olamaz kimi zaman. İşyerlerindeki insanların dünyaları, beklentileri, hayatın akışına kapılıp gidişleri de öykülere yansır. Yıllar sonra umulmadık bir yerde ve anda eski dostlarda karşılaşıverir. Yüzlerde ve davranışlardaki değişimlerde bir bir irdelenir, ele alınır öykülerde. Kadın erkek arasında yaşanan düş kırıklıklarına da öykülerde tanık oluyoruz. Behçet Çelik, kahramanlarının kendileriyle ve çevreleriyle hesaplaşmalarına da genişçe yer veriyor öykülerinde.
Düğün Birahanesi’ndeki on üç öykü, bir önceki kitap Herkes Kadar’daki öykülerle de özdeşleşiyor, ortak yanlar, iç içe geçmelerle bir bütünlük oluşturuyor. Tanıdığımız dünyayı öykü boyutunda yeniden bizimle tanıştırıyor Behçet Çelik.
“Denizin nerede bitip gökyüzünün nerede başladığı belli değil.” İşte bu cümle beni aldı götürdü uzaklara: tatile, deniz kenarına gidiverdim birden onca işimin arasında. Günlük çarkın sıkıcı, stresli ortamından kopardı beni bu sıcak, samimi, içten giriş cümlesi. Sonra öykünün başlığına baktım. “Ötedeki”: Ötelere gidip geldiğim 33 sayfalık öyküdeki hayatı, hayatları bende yaşamış mıydım? Öğrenciliği, sıkı dostluğu, aynı kıza tutulmayı bende yaşamamış mıydım? Hayatın kapalı kapılar ardındaki yüzünü, yaşamadığım pek çok ince ayrıntıyı dindirilmesi zor bir merak hummasıyla tanımak, görmek, bilmek istemiştim. Aşk paylaşılmaz ama acısı ve sevinci bölüşülür. Dostluklardır hayatın zorluğuna göğüs germemizi sağlayan: o, unutulmaz, özverili, yalın arkadaşlıklarımız yol ayrımına gelse de içimiz sızlaya sızlaya da olsa özleriz geçmişi, yaşananları: kırgınlıklar küsmeler de olsa bu yolda, dayanışma, paylaşma aradaki ilişkinin motorudurlar.
AİLE İÇİ İLİŞKİLER
Behçet Çelik'in yeni öykü kitabı Düğün Birahanesi'ndeki öyküler beni geçmişe, öğrencilik dönemime, Türkiye' de yaşadığım yıllara aldı götürdü. Aile içi ilişkiler, küçük çatışmalar, yüksek sesli itirazlar, düşüncelerin tam dile getirilememesi, sevginin üstüne gidememe, geleneklerin kendine göre etkisi, yönü, nedeni belirsiz yolculuklar, otogarlar, lokantaların hüzünlü havası, sarhoşluklar, küçük çapkınlıklar, bir kentten bir başka kente, ya da kasabaya taşınmalar... Öyküler tıka basa hayatın her katmanıyla, her kıvrımıyla, her türlü ilişkiyle, sorunlar yumağıyla şişirilmiş değil; tersine dönüp duran bir çarkın içinden çıkıyoruz yola, öykülerin gösterdiği yolda yürümeye.
Ayhan, Ayhan’ın bir zamanlar sevdiği kadın ve anlatıcı üçgeninde içi hesaplaşmalarla süren, yürüyen bir öyküdeki bir öteki durum vardır “Ötedeki’nde hemen kendini ele vermeyen, ama var böyle bir şey ve bunun ne olduğunu düşünürken öykünün sonuna geliyorsunuz şaşırtıcı bir biçimde. Nuri’nin yazdığı mektup işi biraz daha gizemli kılmaya yetiyor, sonuçlandırmıyor, üstelik öykünün devamını bize yazdırıyor yazar. Öykü anlatıcısıyla Ayhan’ın eski kız arkadaşı arasında da içten içe gelişen ve Ayhan’la aralarında ne olduğunun tam olarak çözülemediği, kendini sürükleyen gizemli bir anlatıma yanık oluyoruz. İlişkilerdeki öne çıkmayan belirsizlik, yaşananların ortasında patlamayı unutmuş bir mayın gibi duruyor. Büyük kent insanının yalnızlığı, parçalanmışlığı, tedirginlikleri... öykü kahramanlarının yaşamına ağıyor. Baba oğul arasında yürümeyen ilişkiler daha çok iç monologlarla öyküye yayılıyor. “Çocukların hayallerini çaldılar, engel olamadık, diye düşünür” baba . Suçu da sistemde bulur. Oysa suç kendisindedir: “Oğlanın gördüğü örnek babası”dır çünkü. “Birileri birilerinin hayallerini çalmıştı, bu doğruydu, ama çalınan kendi hayalleriydi. Çalınmasın diye saklamıştı, ama biraz fazla saklamıştı anlaşılan. Kimsenin haberdar olmadığı bir tutku tutku muydu?” Pastanedeki bir çifte gözü takılan babanın, oğluyla konuşacak bir şey bulamaması, karşıdaki çifti düşünmesi gözümüzün önünde olur neredeyse. Sonra o çiftin öyküsü girer öykünün dünyasına. Öyküler iç içe geçiyor, birbirinin içinden geçiyor ustaca, yadırgatmayan bir kurguyla.
"Dışardan da tuhaf görünüyordu, ama içerisi daha tuhaftı"diye başlıyor “Tuhaf” başlıklı öykü ve tuhaflığın ne olduğunun üstüne gide gide gelişiyor anlatım. Birilerinin hep söyleyecek bir şeyi vardır da söyleyemezler, yarım kalır kimi şeyler, ama Behçet Çelik'in kurduğu öykünün yolu böyledir, belirsizlikler ve çağrışımlar. Öyküler apaçık kendilerini ortaya koymazlar, kahramanlarının dünyasını biraz da biz okurlar tamamlarız kendi içimizde.
"Daha önce birkaç kez gördüğüm biriyle bu kadar uzun süre oturup konuşacağımı, kimselere açmadığım şeyleri uzun uzun anlatacağımı söyleseler inanmazdım." Ama hayatta oluyor böyle şeyler. Bir anda birisiyle dertleştiğimiz çok olmuştur. Suskunluklarla, içe atmalarla geçen günlerin acısı elbette böyle boşalmalarla çıkar. Birbirine açılamayan insanların dünyası... beklentilerle geçen günler... yalnızlığına sığınmaktan başka elinden bir şey gelmeyenler... iç hesaplaşmalarını bir türlü tamamlayamayanlar... kırgınlar, kızgınlar, üzgünler, sıkıntılılar... Behçet Çelik'in öykülerinde bizi bekleyen bunlar ve daha da ötesi; durmadan yeni şeylerle keşfedilen insan. Son derece sıkı bir çevre gözlemini de ekleyince buna, ortaya günümüzün dünyasına, ortamına ışık düşüren öyküleri elimizden düşürmeden, bir solukta okuyuveriyoruz.
DÜĞÜNÜN KARMAŞASI
Kitaba adını veren “Düğün Birahanesi"nde bir düğün atmosferinin karmaşası içinde kotarılıyor anlatıcının gözlemleri. “Akın'ın akrabasının düğünü vardı bitişikteki salonda. Sabahtan aramış, gitmezse çok ayıp olacağını, ama tek başına giderse de sıkıntıdan patlayacağını söylemişti. “Bunun üzerine nazlanmadan kabul eder bu öneriyi anlatıcı: Uzun yaz akşamında yapılacak bir işi de yoktur nasıl olsa. "Severek evlenenlerin mutsuzluğuna" takılıyor öykünün kahramanı. Çevrelerindeki mutsuz insanları görünce bu yargı da pekişir elbette. Evliliğin irdelenmesi, kurtuluş mu, mutsuzluk mu ikileminin yarattığı sıkıntı ve bir düğün ortamının çizdiği eğri yaşama döndürücü göndermelerle derinlik kazanıyor. Bir başka öyküde de ayrılan çiftler ele alınıyor, ayrılığın yarattığı sıkıntı, karamsarlık öykünün arka planına ustaca yerleştiriliyor. Belki de ayrılma nedenleri tam belirlenmemiş, birbirini başlarda tamamlarlarken, giderek birbirinden uzaklaşan çiftlerin etrafımızda ne kadar çok olduğunu düşünmeden yapamıyoruz “Ya Alkol Olmasaydı”yı okurken. Çalıştığı şirketin müşterilerinden tahsil edemediği paralan almak için yollara düşen memurun bir gününe tanık olmak pek keyifli olmasa da, öğretici. Kenti yaya dolaşırken, adresten adrese giderken iç düşüncelerle gelişen öyküde hem memurun, hem de borcunu ödeyemeyenlerin dünyasına ustaca dahil ediyor bizi Behçet Çelik. Piyasaların ve esnafın durumunu gözümüzün önüne getiriyor öykünün kahramanı. İşi gereği pek çok kentte giden, çalıştığı firmanın oradaki temsilcileriyle toplantılar yapan, raporlar alıp veren bir çalışanın fakülte yıllarında çok samimi olduğu Cem ile Ayşen'in kaldığı kente giderken düşündüklerini içim burkularak okudum. Fakülte yıllarındaki sıkı dostluğun arasına, sonradan evlenerek Anadolu'nun küçük bir kentine yerleşen Cem ile Ayşen'in yaşamlarını, geçmişlerini kimi kararsızlıklarla, tedirginliklerle, gözlemlerle ustaca örüyor Behçet Çelik “Ayakkabı Kutuları" başlıklı öyküsünde. Emekli bir memurun aynada kendi yüzüne bakmasından daha doğal ne olabilir ki? Ama iş o kadarla kalsa iyi, bir de gözlerini, gozlem1erini içine çevirince, işte bir günün dramatik öyküsü; “Ne Oldumsa..." Eşinden, kızından, çevresinden, yaşadıklarından, yaşayamadıklarından, düşlerinden ve beklentilerinden arta kalanlar ve kalmayanlar... Sıkıntılar, huzursuzluklar ve eşinin imlediği, "Sen ne oldunsa benim sayemde oldun" aşağılamasının yarattığı düş kırıklığı dökümünü her gün yaşayan ne çok insan vardır çevremizde. “Perdedeki Hayal" de milletvekili seçilemeyen enişteye evin yetişkin oğluna iş bulması için aracı olması istenir: Bunun iş arayan gençte yarattığı gerginliğin, ailesiyle olan ilişkilerinin gözden geçirilmesinin ve akşama yemeğe gidişin sıkıntısını yansıtan duyarlı bir öykü. Babasının "fabrika" ya da "atölye" dediği yerde işe başlayan bir genç kızın düşüncelerini, duygularını, beklentilerini yansıtıyor "Hepsi Bir" başlıklı öykü. Ne staj yaptığı fabrikayı, "ne de son sene gidip" geldiği plazadaki hayatı sevdiğini görünce kendisi ister babasının plastik fabrikasında çalışmayı. Bir aile şirketinin iç dünyasına da tanık oluyoruz böylece öykü boyunca. Evde, yayınevine yayınlanmak üzere yollanan kitaplar hakkında düşüncelerini yazar ve arkadaşı da onun geçineceği kadar para verir. Hayatını böyle kazanan kahraman yapayalnız biridir. Günün birinde bir sevgilisi olur bu “Çivi" adlı öyküdeki kahramanın. Kız arkadaşı da işinden ayrılır ve o da evden yürütmeye başlar işini. Sonra bu garip ikilinin yolları ayrılır dramatik bir biçimde.
YALNIZLAR, YALNIZLIKLAR...
Yalnızlar, yalnızlıklar, kendine sığınan ve kendi dışına çıkamayanların dünyasına da ortak ediyor bizi Behçet Ç;elik. O, evli çiftin arasında yalnızlığı daha da artan bekarların durumunu da gözümüzün önüne seriyor. Lokantaların içkili, sigara dumanlı ortamlarına, otobüs yazıhanelerinin kalabalığına, büroların soğuk duvarları arasına, evlerin boğucu kıskacında, geceye açılan evlerin boğucu karanlığında, içkili sofralardaki acıklı ilişkilerde, kahvelerin insanı hemen sarıveren yalnızlık çemberinde...Öyküden öyküye girip çıkarız kahramanlarla, yazarla birlikte.
Behçet Çelik Herkes Kadar ve Düğün Birahanesi'ndeki öyküleriyle öykücülüğünü kalıcı kılmayı başarıyor. O, bize sokağı, evleri, insanların iç dünyalarını, düşlerini, geçmişlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini, sevdalarını, düş kırıklıklarını... samimi, yalın, pırıl pırıl bir Türkçeyle anlatıyor. Çoktandır beni saracak, etkileyecek, samimi, içten öyküler okumadım diyenler için Behçet Çelik'in yazdıkları.
Cumhuriyet Kitap, 30 Haziran 2005
Comments