Gün Ortasında Arzu - Metin Celal
Bir cumartesi günü, öğle saatlerinde okuyorum Behçet Çelik'in Gün Ortasında Arzu'sunu (Kanat), hikayelerin çoğu da cumartesi günü geçiyor. Kahramanlar sessiz, sakin anlatıyor. Sürpriz, şaşırtmaca yok. Zamanın içinden önemsiz bir parça alınmış gibi. Başını ve sonunu okur tamamlayacak. Aslında böyle yapsak, yapabilsek hoş da olacak. Her okurun farklı bir hikaye oluşturacağı, farklı yere varacağı kesin. Çünkü biz kentte yaşayan, orta halli ve biraz okumuş insanlara ne kadar tanıdık gelse de çağrışımlara açık. Ama sonunda gelip buluşulacak yer de aynı; boşluk duygusu. "Bu hayatı niye yaşadım, niye yaşayacağım?" sorusunun sorulduğu yer.
Tüm hikayeleri aynı kişi anlatıyor sanki. 40 yaşlarında, yalnız, bir zamanlar okumuş yazmış, şimdi pek bir şeyle ilgilenmeyen, eşi dostu az ama insanlarla da ilişki kurmak istemeyen bir adam. Bu adamın karşılaşmalarından oluşuyor hikayeler. Eski dostlarla karşılaşıyor. Söylenenlerden çok söylenmeyenlerin, yaşanandan çok daha önce yaşanmışların önemli olduğu karşılaşmalar. Hikaye kahramanı hemen herkesin kendisiyle aynı durumda ve duygularda olduğunu ama farkına varmadıklarını ya da farkında değilmiş gibi davrandıklarını gözlemliyor.
Üç bölümden oluşuyor kitap. Her bölümün başındaki dizeler de o bölümde hangi temanın izini süreceğimizi bildiriyor. Birinci bölümün başında Oktay Rifat'tan "Gün batmasa her kente dönebilir" dizesi var, ki anlatılan da hikaye kahramanının büyük kentten memleketine dönüşü. "Kalmakla dönmek arasında fark olmasa döner miydim?" diyor kahramanımız. Çocukluğunun kentini bırakmış, gitmiş. Bir dolu şey yaşamış. Hayata, umutlara, geleceğe karşı bir yenilgi, yenilmişlik duygusu ile dönmüş. Hikayeler birbirine bağlanıyor. Kahramanımızın eski arkadaşlarıyla, tanıdıklarıyla buluşmalarını izliyoruz. Onlara uzaklığını… Aradaki mesafeyi.
İkinci bölüm, Edip Cansever'in "Benim sözlerim eksildi / Onunkisi de eksildi / Zaten kelimeler sonludur" dizeleri ile başlıyor. Zamanla eskiyip yıpranan dostlukları, arkadaşlıkları, aşkları anlatıyor hikaye kahramanı. Araya zaman ve bir çok şey girmiştir. İnsanlar birbirini gereğinden fazla tanımış, içili dışlı olmuş ya da zamanın hızı içinde ve tabii hayat gailesi ile savrulup birbirlerinden kopmuştur da farkına varmamıştır. Artık kelimelerin, cümlelerin anlatamadığı, sadece hareketlerden, tavırlardan, jestlerden sezilenler vardır.
Turgut Uyar'dan "yarın pazar / yarınki pazarların sessizliği" dizeleri var üçüncü bölümün başında. Bu kez başkalarının hikayelerine uzaktan bakıyor hikaye kahramanı. Bir zamanlar biraz yazmış, biraz okumuş birinin bakışları. Hayatı kendine değen yanlarıyla izliyor, yorumluyor. Hikaye yazan olmanın, okuyan olmanın keşiştiği, teğet geçtiği noktaları yokluyor yazar. Bir anlamda "her şeyde hikaye vardır, doğru görürseniz" diyor bizlere. Eğer geçip gitmesine izin vermezsek, bir an için bile durup bakarsak hayatın içinde barındırdığı hikayeleri görebileceğimizi gösteriyor.
Behçet Çelik'in hikayeleri, hayatlarının boş, anlamsız hale geldiğinin farkına varan kahramanlarının bu durumu sorgulamaları halinde daha da anlamlı hale geliyor. Çünkü, hikaye kahramanında tanımlanan okumuş yazmış orta sınıf mensubunun çıkmazını işaretliyor. Kendisine verili hayat tarzını kabul edip yaşayıp gidecek midir, yoksa sorgulayacak, değiştirmek için bir çaba gösterecek midir? Kitabı bitirdiğimizde bizde kalan izlenim verili hayat tarzını kabul edeceklerini gösteriyor. Tüm kahramanlar yenilgiyi kabul etmiştir.
Behçet Çelik, klasik hikaye yapısı içerisinden kendine özgü bir anlatım, dil ve temalar çıkartıyor. Hikayelerine yazar kimliğini koyuyor, ayırd edici hale getiriyor ki günümüz hikayeciliğinde bu tavrın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sayede bize çok bildik gelen konuları bile okunur kılıyor.
Cumhuriyet Kitap'ta yayınlanmıştır.
Comments