SÖYLEŞİ: "İçimize Bakmaya İhtiyacımız Var" - Adalet Çavdar

Posted by Admin Monday, July 15, 2019 1:18:00 PM

Eserlerinizin takvimine baktığımızda neredeyse iki senede bir yeni kitabınızın ortaya çıktığını fark ettim. Bir hikâyeyi bir meseleyi yazmaya başlamaya niyet etmeniz ona çalışmanız ve sonrasında bunun yayınlanmasına giden zaman dilimi sizin için nasıl gelişiyor?

Her kitap için farklı oluyor. Haklısınız, son yıllarda aynı periyodda yayımlandı kitaplarım, ama planladığım bir şey değildi. Planlaması kolay da değil zaten. Farklı türlerde yazdığım için zaman zaman odağım kayabiliyor, ama başka türlüsünü de beceremiyorum. Bunun bir de iyi yanı var, o sıralarda hangisini sürdürebiliyorsam ona yoğunlaşıyorum. Belleğin Girdapları’na çalışmaya son iki öykü kitabımın yayımından önce 2014’te başladım, ama araya iki öykü kitabıyla bir çocuk romanı girdi. Bir dönem derleme kitaplar için üst üste öyküler yazdım, bu öyküye yoğunlaşmamın bir nedeniydi. 2015’ten sonraysa uzunca bir süre ancak öykü yazabildim, öykü yazmak iyi geldi. Sonrasında Belleğin Girdapları’na döndüm, ama onu tamamlayıp tamamlayamayacağımı uzunca bir süre kestiremedim.

Belleğin Girdapları romanınız bir uyumsuzluk kendince ötekilik üzerine. Bu çoğumuz için geçerli bir yandan da diğer çoğunluğun aklına bile gelmediği bir şey. İnsanın kendisi ile dünya arasına mesafe koyma nedeni sizce nedir? Ve insan yeryüzünde kendinin farkına yani bu boşluğa düştüğünün farkına nasıl varır?

Bu mesafeyi insan kendisi mi koyar, bilemiyorum. Mesafe sanırım insan bir benlik, bir kişilik edinirken oluşuyor. Başkalarıyla bir değil ayrı olduğumuzu fark ettiğimiz yaşlara kadar gidiyor olabilir. Bu mesafe elde var birdir, ama zamanla açılabileceği gibi kapanabilir de. Başkalarıyla birlikte bir bütün oluşturduğumuzu hissettiğimizde bu mesafe kısaldıkça kısalıyor. Günümüzde içindeki canlılarla birlikte gezegenin tamamıyla bir bütün olduğumuzu hissetmemiz de gerekiyor mesafenin gerçek anlamda kısalması için. Böyle bir şey dünyada olmak. Romandaki adam hayatının bir döneminde böyle bir bütünlük hissi yaşamış, ama sonrasında mesafe hızla artmış. Bazıları içine doğduğu çevreyle uyumlu olmadığını erkenden fark edip ona göre davranır. Bazılarınınsa, dediğiniz gibi böyle sorunları yoktur, ya da bunu anlamaları yıllar alır. Roman kişisi bunlardan farklı. İş güç sahibi olma zamanı geldiğinde kendisine yeni bir yaşam yolu çizerken aralarına karışacağı insanlarla uyumlu olmayacağını baştan biliyor, ama idare edebileceğini düşünüyor. Gerçek benliğiyle dışarıya sunduğu görüntü arasındaki mesafenin buz gibi farkında. Bunun sorun olmayacağını sanırken onlarca yıl böyle yaşadıktan sonra bu hali sürdüremeyeceğinin farkına varıyor.

Kaçma arzusu, bunu denemeye çalışmak, yeni bir hayat dilemek... Nedendir, insanı o sınıra ne götürür?

Roman kişisi benzerlerinden oluşan çevreyle uyum sorunu yaşıyor olmakla birlikte onların onaylarını almamazlık, aralarına karışmamazlık etmiyor. Kaçması biraz da bu imkânı ortadan kaldırmak için. Benzerlerinin çokça yaptığı bir kıyı kasabasını değil, benzerlerinin olmadığı bir yeri seçmesi de orada buna imkân bulamayacağını sezmesinden. Benzerlerinin yanında olmanın konforu var, benzemeyenlerin yanıysa hayli konforsuz; dediğiniz gibi, ona tehditkâr geliyor hatta, yine de bunu yeğliyor. Yeni bir hayat, yeni bir başlangıç peşinde değil beri yandan. Bunun mümkün olmadığını biliyor, kalamadığı için gidiyor. Onu bu noktaya getiren sadece dış dünya kaynaklı sorunlar değil, iç dünyasında oturmamış bir şeyler var. Bunların ne olduğunu öğrenebilmek için de eski hayatından kopması gerektiğini düşünüyor.

Kentli bir kahramanınız var. Orta yaşın biraz üzerinde entelektüel ve yıllarca toplumun içinde yer almış birisi. Sonrası bir kaçma ya da gitme arzusu. Çağımızın problemi. Yalnız kalmak istemek. Bu isimsiz kahraman pek çok şeyi sorguluyor özellikle de erkekliği. Gerçek hayatta kimdir, kimlerdendir bu kahraman? İnsan bu soruların altından kalkmayı sizce başarabilir mi? Ya da mümkün müdür kaçmak, gitmek gerçek anlamda...

Doğrusu beni bu romanı yazmaya iten biraz da bu son sorunuza yanıt aramak istemem oldu. Bir roman kişisi kurgulayarak onu her zaman yaşadığı yerden farklı bir yere götürüp neler yapacağının, neler düşüneceğinin, başına neler geleceğinin, kaçarken yanında neler götürdüğünün, salt mekân değiştirmekle nelerin değişeceğinin ya da değişmeyeceğinin izini sürdüm. Romandaki adam, olduğunu zannettiği kişi olup olmadığını merak ettiğini söylüyor bir yerde. Sanırım kaçıp gitmekten önce yanıt bekleyen esas soru bu. Kaçıp gitmesi de başka bir ortamda kendisini görmek arzusundan. Alıştığı ortamda bunlara verdiği yanıtlara güveni kalmamış çünkü.

Edebiyatın özellikle gitmek kavramıyla çok ilgilendiği ve kişisel sorgulamalara sıklıkla yer verdiği bir üretim dönemindeyiz. Buradan çıkışı nasıl görüyorsunuz, bu dönemi bir yazar tanımınızın dışında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kişisel sorgulamaların sadece kişisel olmadığını düşünüyorum. Feministlerin meşhur savsözlerindeki gibi, “kişisel olan politiktir.” İçe dönüklüğün, içe bakışın toplumsallıktan kaçış olmadığını düşünüyorum. Dış dünyada olan bitenler bizim içimizi de fena etkiliyor, orada neler olup bittiğini görmeye, anlamaya da ihtiyacımız var. Sanırım buna ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Bir es vermeye, gerekiyorsa uzaklaşmaya. İçeriye, kişisel olana derinlikli şekilde baktığımızda (kaçtığımızda ya da gittiğimizde de diyebiliriz) hayli toplumsal meseleye de rastlayabiliriz. Karşıtı olduklarımıza benzemeye başladığımızı görebiliriz mesela. Hatta öteden beri karanlıkta kalmış yanlarımızı. Dışarısının içimizde yarattığı tahribatın yanında bunları görmeye de ihtiyacımız var.

 (Posta Kitap'ın 12 Temmuz 2019 tarihli nüshasında yayımlanmıştır.)

Comments

Comments are closed on this post.