Hafızanın Devridaimi - Seda Ersavcı

Posted by Admin Thursday, October 24, 2019 12:42:00 PM

Behçet Çelik yeni romanı Belleğin Girdapları’nda yüzünü geçmişe döner. Geçmişi dibine varacağı bir kuyuya, parçalayıp parçalanarak, hatırlayıp unutarak, unutup hatırlayarak kurtulacağı bir uçuruma dönüştürür. Hatırlamak ve hayal etmekte aramak üzere hayatın anlamını, dar bir hayattan, dışarıdaki dünyadan, dünyanın uğultusundan kaçar romanın adsız kahramanı ve Serpmetepe adını verdiği bir mahalleye kapar kendini.

Çelik, kendisinden okumaya aşina olduğumuz bir dünya yaratmıştır aslında: Kendinden hoşnut olmayan, “kendi rahatını kendisi kaçırıp duran”, kendi kendilerini tahrip eden, kendilerine bir yer arayan, belleklerini birer yük gibi taşıyan karakterleri hemen her kitabında görmek mümkündür. Kaldığımız Yer’de “Bir süre insan içine çıkmasam temizlenir miyim?” diye sorar örneğin Suavi. Soluk Bir An’ın Taner’i de insanlardan, insanların arasındaki Taner’den kaçar.

Öte yandan Soluk Bir An’daki “Geçmişi didikleyip duracak o soysuz durakta, oyalanmak için, zaman geçsin diye; … soluk alamayacak, kaçamayacak” satırları basbayağı habercisi gibidir Belleğin Girdapları’nın. Ve “Çok zaman gövdemiz durmuş, menzile varmış, ruhumuz durmamış, varamamış olur” cümlesiyle Yolun Gölgesi.

Zira nihayetinde varılan Serpmetepe’de günler ilerleyecek, anlatı ilerleyecek ama ruh durmayacak, dolayısıyla bu ilerleme yıkıma yönelik bir ilerleme olacaktır. Geçmiş yası, melankoliyi ve ıstırabı beraberinde getirdikçe kuşku anlatının içine işleyecektir. Sanki fiziki bir eylem olarak yazmak her şeye muktedirmiş gibi Serpmetepe’nin bu yeni sakini yazmak, hayatı yazıya dökerek yaşananları yaşanmış sayabilmek arzusuna kapılacaktır. Ne ki zamanı “düze indirme”, “ehlileştirme” çabası işe yaramayacak, geçmişle birlikte ‘şimdi’ de yitip gidecektir. Şimdiyi yutan geçmişin inşasıyla bir bakıma gelecek de yıkılacaktır. Romanın kahramanı özlemden bir aidiyet yaratacak, zihnindeki, belleğindeki hayaletlerle bir arada yaşamaya çalışacak, kendisiyle, belleğiyle, kalemiyle, defteriyle çatışacaktır.

Kahramanı tanıdıktır belki Çelik’in, Belleğin Girdapları’na doladığı o usanç hali, uyum arayışı, unutma ve hatırlama, içsel karmaşa ve yollara düşme metinlerinin ana temalarındandır belki ama bu kez dille kurduğu ilişki farklıdır: Eskisi kadar suskun bir anlatı değildir anlatısı, boşluklu değildir dili. Sanki kahramanının içindeki eksikliği yazıyla doldurmak, boşluğunu yazıyla kapatmak ister gibi uzadıkça uzar cümleleri. Sesle desteklemek ister gibi kafiyelidir pek çoğu. Bölmez anlatısını, kırpmaz, kesip biçmez, budamaz kelimelerini. İçe yönelen bakışla daha imgesel, aynı zamanda daha yumuşaktır dili.

Behçet Çelik’in bu üslubu akla İspanyol yazar Javier Marías’ı getirir; Çelik ve Marías bir anlamda bu genişledikçe genişleyen, açıldıkça açılan, tekrarlardan sakınmayan, gözlemle dokunan dilde, şüpheyle beslenen monologlarda buluşur.

Marías’ın özellikle Yarın Savaşta Beni Düşün romanı yazarının sanki hiçbir zaman bitirmek gibi bir arzu duymadığı, yan cümlelerle sürdürdükçe sürdüğü, kafiyeyi nadiren göz ardı ettiği bir dille yazılmıştır. Nispeten daha yakın dönem eserlerinden biri olan Acı Bir Başlangıç Bu’daki tek fark belki de kafiyenin azalmış olmasıdır.

Bununla beraber Çelik ve Marías’ın kesiştiği tek yer dil değildir: İkisinin insanı da didikler kendini. Hayatı yaşamaktan çok gözler anlatıcıları. Hatırlamakla unutmak arasında mekik dokuyan, başkası olma arzusu duyan, nefret ettikleri insanlarda kendilerini gören, kuşkuya yenilen kahramanlardır bunlar.

Gerek Çelik’in gerekse Marías’ın kahramanı yaşanmış ve yaşan(a)mamış olanın önemini, insanların hayatlarında kapladıkları yeri, neyin sona erdiğini, geriye nelerin kaldığını belirlemek, anımsamak ve anımsatmak gayesi içindedir. Örneğin Acı Bir Başlangıç Bu’da Juan de Vere hatırlamak, geçmişini, kişiliğini oluşturan olayları yeni bir düzene oturtmak için anlatma ve yazma arzusu duyar. Yarın Savaşta Beni Düşün’de benzer bir ifade yer alır yine: “…tek başına yapılan yahut kâğıda dökülmeyen her şey ya unutulur ya da zaman aşımına uğrar.”

Kâğıda dökmek bir yana, Çelik’in kahramanı da tek başınalıktan usanıp zamanla “bir seyirci ihtiyacı” duyar. Bu yüzden de “gözlerini insanlara dikmeyi sürdürür.” Nazlı’yla doldurmak ister boşluklarını. Yokluk ile mevcudiyet arasında dolanır durur. Her imge bir yokluğa işaret ettikçe kendisi de bir nevi hayalete dönüşür. Terk edip gidene, geçmişe ve hatta geleceğe duyulan bir özlemden kurtulamaz yine de.

Tıpkı Marías romanlarında olduğu gibi şehir-mekân, kahramanı, kahramanın karakterini şekillendirir Çelik’in yapıtında. Öte yandan mekân da hatırlanan bir şeydir -kederle, öfkeyle, özlemle. Belleğin Girdapları’nda kaçılan şehir, yerleşilen Serpmetepe hem bir roman kahramanına dönüşür hem de Çelik’in kahramanının dünyasını belirler. 

Birey üzerinden toplumun çatlaklarına değinmeleri, bugünü, bugünden bakarak geçmişi anlatmaları, geçmişle şimdiyi birlikte yürütmeleri de bu metinleri iç içe geçirir. Hafızayı nesilden nesile devretme arzusudur bu belki.

Üzerlerinde durdukları zemini sorgulayan ve yitiren, yitirmenin acısını hatırlamakla avutan, hayaletleri yaşatan, kendileri de birer hayalete dönüşen anlatıcılarıyla nihayetinde belki de tek bir hikâyedir anlattıkları.

Yaşama sancısı.

“İnsanın ve toplumun nasıl bir şey olduğunun, nasıl bir şeye dönüştüğünün hikâyesi.”

(K24'te yayınlanmıştır.)

Comments

Comments are closed on this post.