SÖYLEŞİ: Behçet Çelik'le Göksu N. Çakır Söyleşti

Posted by Admin Thursday, October 24, 2019 12:36:00 PM

Göksu N. ÇAKIR- Belleğin Girdapları’nda ‘şimdiki zaman tapınıcılarından’ bahsediyorsunuz. İnsanın sık sık eskiyi hatırlaması tehlikeli değil midir?

Behçet ÇELİK Sık sık eskiyi hatırlamak, geçmişe gömülüp kalmak ya da gelip gelmeyeceği belirsiz bir gelecek için şimdiyi yaşamaktan vazgeçme k…Her ikisi de içinde bulunduğumuz ânı hakkıyla yaşamamıza engel olan tutumlar, dolayısıyla hayata ket vurduğu bile söylenebilir. Geçmiş, geçmişte kaldığına, gelecek de henüz gelmediğine göre sadece şimdiki zaman var. Gelgelelim, roman kişisinin –benim değil–sözünü ettiği, şimdiyi yaşamayı bir tapınma haline getirenler. “Geçmiş geçmiştir,” deyip geçenler. İnsan hayatı bir süreklilik, inişi çıkışı, hayıflanması beklentisiyle bir bütün; geçmişte hatalarımız var, yoksunluk duygularımız, pişmanlıklarımız… Bunları hooop diye arkada bırakma iddiasının sakatlayıcı yanları var bence. Bu nedenle şimdiki zaman tapınıcılığının karşıtı sık sık eskiyi hatırlamak değil, geçmişi topyekûn yok saymamak. Benliğimizin, şimdideki varoluşumuzun üzerinde geçmişimizin büyük etkisi olduğunu göz ardı etmemek. Bu çok kolay değil, insanı derinlerdeki kimi olaylarla yüzleşmeye mecbur bırakabilir, üstelik ne kadar doğru hatırladığımız, geçmişi sonradan kurup kurmadığımız da meçhul. Tehlikesiz diyemem, ama geçmiş geçmiştir deyip geçmişten ayrık, bu nedenle kendinden menkul bir şimdinin sahteliğine gene de yeğ tutulabilir. Bir yandan da haklısınız, sadece geçmişe gömülüp kalmanın da tehlikeleri, olumsuz yanları var. Şimdiye tapınmaz belki ama şimdide de olamaz bunu yapan kişi. Romanın anlatıcısı da bu anlamda, evet, Eylül’ün ona dediği gibi şimdiki zaman tapınıcısı sayılmaz kesinlikle, ama geçmişle ilişkisi sizin ima ettiğiniz tehlikeli durumun da çok uzağında değil.

G.N.Ç- Bir değişime karar verdiğimizde, şimdiki zamanda bir yetersizlik var demektir. Bu da bireyi psikolojik bir baskıyla karşı karşıya bırakır. Öte yandan değişim güvenliğimize alışagelmiş hayatımıza bir tehdittir. Siz Belleğin Girdapları romanını yazarken bu duyguları hissettiniz mi?

B.Ç- Romanı yazarken bu duyguları doğrudan hissetmedim ama romanın anlatıcısının ruh halinin buna benzer gelgitler içinde olacağını en baştan itibaren düşünüyordum. Ne ki roman kişisinin durumu biraz farklı, alışageldiğin hayatın tehdit altında olup olmayacağını tartamayacak ölçüde mevcut durumdan kurtulma arzusu içerisinde kurguladım onu. Hatta belki de şimdiki zaman onun için daha büyük bir tehdit, öyle hissediyor en azından. Sürdüregeldiği hayattan hoşnutsuz, şimdiki zamandaki kendi halinden, oynadığı oyunlardan hoşnutsuz, bir zamanlar onu hiç değilse oyalayan, eyleyen geri çekilmeler, içe kapanmalar iş göremez hale gelmiş. Ruhen çoktan kopmuş, sadece fiziken kopabilmesinin koşullarını bekler hale gelmiş – çok da farkında olmasa da bunun. Bir gün rastlantı eseri bu koşulların hazır olduğunu sezince önünü ardını düşünmeden karar veriyor. Değişimin yarattığı güvensizlik konusunda büsbütün bilinçsiz değil ama bunu göz ardı etmeyi başarıyor elinden geldiğince. Tedirginlik onun için karar anında değil, sonrasında baş gösteriyor.

Sorunuza dönersem… Yazmak, siz de bilirsiniz, bir yandan yazdığınız kişinin ruhuna bir tür göç etmeyi gerektirir. Doğrudan onun hissettiklerini birebir hissetmedim tabii ki, ama ne hisseder ve bunu içinden nasıl geçirir sorusuyla sürekli meşguldüm. Bu soruya yanıt aramanın ilk yolu da “Ben olsam ne hissederdim?” sorusundan geçiyor. Gelgelelim burada çakılıp kalmamak şart; roman kişisiyle aramıza mesafe koymak, onun hallerine hem uzaktan hem içeriden bakabilmek gerekiyor.

G.N.Ç- İlk kitabınızdan son kitabınıza kadar gelen zaman aralığına toplu bir bakış atarsanız kaleminizin son durumu için ne söylersiniz?

B.Ç- Bir yazarın kendi kalemi ya da yazdıklarının gelişimi hakkında bir şeyler söylemesi çok zor ve hatalı olma riski içeriyor. Yapmayı istediğimiz şeyleri yaptığımızı zannetmeye eğilimliyizdir çünkü. Dışarıdan bir gözün değerlendirmesi çok daha yerinde olur. İlk kitabımdan bu yana 27 yıl geçti, bu zaman zarfında çok şey değişti, değişmiş olmalı. Umarım daha da değişir, aynı yerde kalmam. Eskisinden daha bilerek, ölçüp biçerek yazdığım düşünülebilir ama bazen tersi bir durum da söz konusu olabiliyor. Özellikle Belleğin Girdapları’nda kalemimi daha serbest bıraktım, yani böyle olduğunu sanıyorum.

G.N.Ç- Bir kitabı yazmaya başlamadan önce,yazar için bir olay, bir eşya ya da bir cümle, kalemin başlangıç noktası olabilir. Belleğin Girdapları romanınızın başlangıç noktasından kısaca bize bahseder misiniz?

B.Ç- Tam hatırlamıyorum, sanırım belediye otobüsüyle şehrin sonu sayılabilecek bir mahalleden geçiyordum, böyle bir mahalleye gelip yerleşmiş bir adam düşündüm ama kaçmak değildi amacı, bulmaktı. İlk nüveleri o sırada atıldı romanın Gerçi bunların bir romanın nüveleri olduğu bile çok sonra ortaya çıktı, öylesine bir hayaldi en başta.

G.N.Ç- Çok değerli öykü yazarımız Adnan Özyalçıner bir röportajında, “Edebiyat değerinin yerini, reklam değeri almış durumda,” diyor. Siz, edebiyat eserlerinin pazarlanma biçimi hakkında ne düşünüyorsunuz?

B.Ç- Edebiyat eserleri kitap formunu aldıklarında yayıncı için bir meta haline geliyorlar, dolayısıyla daha çok satılması, daha çok kâr getirmesi beklenen ürün durumundalar artık. Dolayısıyla bir yerde ticaretin, kapitalizmin kurallarına tâbiler, pazarlama numaraları, stratejileri “ürün” haline gelmiş edebiyat eserleri için de geçerli. Reklamlar da… İşte bu noktada popüler kitapla edebiyat yapıtı aynı muameleye tâbi tutulabiliyorlar. İkisi de yayıncı için kâr kapısı en nihayetinde. Yazarın burada nasıl bir yerde durduğu önemli. Yazar kimi zaman yapıtının önüne geçiyor. Yazarın tanınırlığı, görünürlüğü kitabın daha çok satılmasına vesile oluyor. Bunun edebi bir kıstas olmadığı, aksine popülerliği öne çıkarttığı ortada. Galiba zamandan başka bir yol gösterici yok. Popüler kitaplar zamana dayanıklı olmayacaklar, ne ki bu hengâme içerisinde iyi edebiyat yapıtlarının bir kısmı da hiç görünemiyor, gözden yitiyor. İyi kitapların zamanla hak ettikleri ilgiyi görecekleri genel kabul gören bir temenni, pek çok örneği de var, ama sonuçta temenni. Gelgelelim edebiyatçı popülerlik kaygısıyla ya da daha çok satmak, meşhur olmak vs için yazmaz, hatta geleceğe kalmak için de yazmaz. Elinden başka türlüsü gelmediği için yazıyordur bence.

G.N.Ç- Bir yazar eserini ele alırken farkında olmadan kendi bilinçaltını kalemine yansıtır. Belleğin Girdapları romanınız bir bilinçaltı romanı mı?

B.Ç- Siz de sorunuzda “farkında olmadan” demişsiniz. Bilinçaltımın romana yansıyıp yansımadığının ne kadar farkında olabilirim, bilemiyorum ben de. Hatta farkındaysam bu artık “bilinçaltı” da sayılmaz sanki. Gene de romanın bazı bölümlerini yazdıktan sonra böyle yazmayı planlamadığımı ve ummadığımı düşündüğüm oldu. Bu, bilinçaltımın bir yansımasıdır, demiyorum, söylemeye çalıştığım yazma uğraşının kendine has bir akışı, gidişi var. Pek çok etmen kaleme bir biçimde müdahil olabiliyor. Bilinçaltı da bunlardan biri hiç kuşkusuz. Gene de Belleğin Girdapları için “bilinçaltı romanı” diyemem. Çok zorlarsak roman kahramanının bilinçaltının kendisini duyurduğunu söyleyebilirim, ama bu benim bilinçaltım değil. Benim bilinçli çabamın bir sonucu.

G.N.Ç- Roman ve öykülerinizde konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfen mi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?

B.Ç- Günlük hayatta bir şeyler bende peşinden gidebilirmişim hissi yaratıyor. Sadece başıma gelenler değil, duyduklarım, tanık olduklarım, güncel politik gelişmeler, hayaller, rüyalar hatta. Yazmayı denediğimde sürdüremediğim oluyor, o zaman peşini bırakıyorum. Bu peşini bıraktıklarımın bazısını yıllar sonra yeniden elime aldığımda, bu kez gidebildiği de olabiliyor. Bir “konu” seçiminden söz etmek bile zor belki de, bazen başladığım yerden çok başka yerlerde ilerliyor öykü, olay örgüsü, karakterlerin huyları vs yanında haliyle konu da değişebiliyor.

Bir dönem belli bir tema altında bir araya getirilen derlemeler için öyküler yazdım. Bir Dersim Hikâyesi’ni, Merhaba Asker’i, İçimizdeki Ermeni’yi, yakın zamanda yayımlanan Sherlock Türkiye’de’yi örnek verebilirim bunlara. Bu derlemeler için öykü yazmam istendiğinde baştan kabul etmedim, önce denemek istedim, yazabilirsem katılacağımı söyledim. Çoğunda içime sinen öyküler yazabildim. Bu kitaplarda sadece çok genel bir konu, başlık vardı başta, nasıl bir öyküyle dolduracağıma ben karar verdim, konu baştan belliydi ama benim seçimim değildi.

G.N.Ç- Geçmiş, mekân ve yazmak bu kelimeler arasında nasıl bir bağ var sizce?

 B.Ç- Bizi geçmişe götüren, eski hatıraları gözümüzün önüne getiren çok şey var, kokular, görüntüler, sesler, şarkılar. Mekânların da var böyle bir etkisi, üstelik bazen yaşadıkları devasa değişime rağmen belleği kolayca tetikleyebiliyor mekânlar. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği mahalledeki hemen hepsi bahçeli, üç-dört katlı apartmanların neredeyse hiçbiri yok artık. Yine de o sokaklardan geçerken kısa bir süreliğine geçmişe gittiğim oluyor, bu kez de yoklukları tetikliyor belleği. Yazmak da belleği böyle tetikliyor belki de, yazmaya oturduğumda düşünmediğim geçmişten kimi ayrıntılar gelebiliyor. Hayal ettiğim, kurguladığım bir sahne, karakter, diyalog geçmişten izler taşıyor, metne girerken tabii ki değişiyorlar, ama hatırlarken de değişip durduklarından eminim. 

 

G.N.Ç- Belleğin Girdapları romanını yazarken nasıl çalıştığınızı, hangi kitapları okuduğunuzu çok merak ediyorum.

B.Ç- Belleğin Girdapları’nı yazdığım sıralarda çok kitap okudum ama hiçbiri romana çalışmak için okuduğum kitaplar değildi. Böyle bir çalışma tarzım yok. Şehirde gezintiye de çıkmadım, mesela, Serpmetepe’yi andıran bir yerlere gitme ihtiyacı duymadım. O günlerde yayımlanan kitaplardan ilgimi çekenleri okudum (hep yaptığım gibi), bir kısmı hakkında yazılar da yazdım. Roman yazmakta olduğum için hayatı kesintiye uğratmadım, okumaya ya da başka metinler yazmaya ara vermedim. Başka kitaplar okumak yazmakta olduğum metinle arama bir mesafe girmesini sağlıyor. Bazen uzaklaşmak gerekiyor, takılıp kaldığım yerde çözüm bulamadığımda kendimi yazmaya zorlamak yerine dikkatimi uzaklaştırmak, başka kitaplara, metinlere odaklanmak faydalı oluyor. Böyle araların ardından romana döndüğümde daha önce takıldığım yerleri daha rahat aşabiliyorum. Hikâyeyi sürdüremediğim için yazmaya ara verdiğim zamanların ardından yeniden romana döndüğümde daha önce yazdığım bölümleri tekrar tekrar okuyup düzelterek başlarım. Bunu yapmanın metnin dilini ve atmosferini zihnimde sürekli kılmaya yaradığını sanıyorum.

G.N.Ç- Edebiyat dünyasında bugüne kadar en büyük hayat tecrübeniz nedir?

B.Ç- Edebiyat dünyasının dünyanın genelinden çok bir farkı yok, bunu tecrübe ettiğimi söyleyebilirim.

Türk edebiyatına katkılarınızdan ve bu güzel röportajdan dolayı size çok teşekkür ederim.

(edebiyatburada'da yayınlanmıştır.)

Comments

Comments are closed on this post.